İyi bir tiyatro oyununu izlerken hissettiklerinizle, aşık olduğunuz insana karşı hissettikleriniz arasında büyük benzerlikler vardır. Namık Kemal'in dediği gibi, "Tiyatro aşka benzer; insanı hazin hazin ağlatır ama verdiği acının gücünde bir başka tat bulunur. Tiyatro evrene benzer; insanı doya doya güldürür ama yansıttığı tuhaflıklar, gülerken ağlamak için istekler doğurur." Geçtiğimiz günlerde izlediğim oyun, bu hisleri izleyiciye fazlasıyla yaşatıyordu.
Bugüne kadar birçok kez tiyatro ve sinemaya uyarlanan 'Frankenstein', Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu'nun 20'nci yılında sahneye taşınıyor. Görselliği, prodüksiyonu ve oyuncu kadrosu ile dikkat çeken 200 yıllık efsane, 2017 yılını kapalı gişe geçirdi. Benim izlediğim oyunda da salon yine doluydu. Oyun sırasında eşsiz performanslarla büyülenip hikayede anlatılan iyilik-kötülük meselesine uzun süre kafa yorabilirsiniz. Yüksek bir tempoda başlayan oyunda, 'Victor Frankenstein'ı canlandıran Cansel Elçin ve 'Yaratık'ı oynayan Kerem Alışık sahneye hızlı bir giriş yapıyor.
İYİ ŞEYLER ASLA ÖLMEZ
Bu 200 yıllık hikayeyi ustalardan izlemek çok keyifli. Kerem Alışık'ın 'Yaratık'taki, Yılmaz Gruda'nın ise şefkatli bilge rolündeki performansı, sıkılmadan izleyeceğiniz iki perde vâdediyor. Deniz Uğur ve Cansel Elçin'in ikili sahneleri izleyiciyi hem güldürüyor, hem düşündürüyor. Bir korku hikayesi gibi düşünülse de aslında düşündürücü ve sevgiye dair güzel mesajlar içeren bir oyun 'Frankenstein'... Oyun bittiğinde Kerem Alışık'ın önünde saygıyla eğiliyorum. Alışık gülerek "Ne yapıyorsun!" diyor. Sanki o performansı sergileyen kendisi değilmiş gibi...
Oyunda geçen 'Sev beni Frankenstein' sözü aklımdan hiç çıkmıyor. Alışık'a, "Sizce her şeyin temelinde yatan sorun sevilmemişlik mi?" diye soruyorum.
Şöyle cevap veriyor: "Yaratık'ın tek isteği sevilmek ve ona sevme imkanının verilmesi...
Bu noktada oyunun felsefesi ortaya çıkıyor; insanı sevin, koşulsuz şartsız sadece insan olduğu için sevin. Yüzü, bedeni, dili, dini, ırkı, mezhebi nasıl olursa olsun; ruhunda kötücül düşünce taşımayan her insanı sevin. Çünkü sevgi iyi bir şeydir ve iyi şeyler asla ölmez. Sevgi insanı güçlendirir ve yumuşatır.
Goethe diyor ya, 'Sevgiye açık bir kalp kadar değerli bir şey yoktur', işte 'Yaratık' da bize bunu söylüyor." En temel sorunlarımızdan biri de önyargı...
Bunu oyunda en açık haliyle görüyoruz.
Alışık'a, "Önyargılarımızı kenara bırakarak yaşamayı ne zaman öğreneceğiz?" diye soruyorum. "Düşünen insanda önyargı olmamalı" diyen Alışık, şöyle devam ediyor:
"Okuyan, düş kuran, düş kurdukça düşünen, düşündükçe soru soran, sonuçlarla değil de sebeplerle ilgilenen, anlamaya çalışarak aklını zorlayan ve empati kurabilen insan, üç Y'den uzak durmayı başarır. Üç Y: Yadırgama, yaftalama, yadsıma..." Biz bunları konuşurken yanımızda Alışık'ın oğlu Sadri Alışık da var. Baba-oğula "Birlikte çalışmak nasıl?" diye soruyorum.
Kerem Alışık, "Sadri ile her şeyi paylaşmak müthiş bir duygu" diye başlıyor anlatmaya: "Sadri, tiyatroda sanatsal ve yönetimsel olarak ciddi sorumluluklar yüklendi. Ben oyunculuğa başlamasını istiyorum ama bunu kendini tamamladığına inandığı bir zamanda yapmalı. Şu anda oyunculuk eğitimine devam ediyor. Yaza ya da Eylül başında bir sürpriz olabilir." Yılın son oyunu sonrası, baba- oğuldan 2018'le ilgili dileklerini öğrenmek istiyorum. Kerem Alışık, yeni yıl dileğini söylüyor hemen: "Gökten bir yıldız kayarsa sen yıldızı tut; barış, sevgi ve umut dile... Ben 2018 yıldızından tıpkı Can Yücel gibi barış, sevgi ve umut diliyorum. Çocuk gönlü gibi temiz ve sıcak, hak ettiğimiz gibi insanca ve kardeşçe bir yıl olsun. Ülkemize ve toplumumuza huzur, gurur ve mutluluk getirsin." 2018 yılımız, Alışıklar'ın dileği gibi geçer umarım...